Gelmekte olan dolmuşu görüp sigaralarımızı yarıda söndürürdük,

Aynı sigaraları körüklerdik Güvenpark değnekçilerine yol sorarken,

Öğrenciliğin güzelliğiyle akşam içeceğimiz biradan keserdik biraz ,

Sen Gülten Akın alırdın , ben Ah Muhsin Ünlü,

Ankara’yı ilk görüşte sevdiğim gün gibi

Falcılardan korkardık ,

kahveci dükkanlarının önünden geçerken

Üst geçitlerde titreyerek dilenen çocuklara para atanlar içinde,

Belki insanlık bavulunu unutmuştur da döner diye

kokoreççi arardık ısınmak için geceleri,

Belki o gemi gelmezdi ama biz mis gibi kış sahlebiyle ısıtırdık içimizi

Gidecek ne evimiz olurdu ne de bir akraba , kabul.

Eli iş tutmadan tespih tutmuş delikanlılarla dik dik bakışırdık ama ,

Gülüşerek telefon kulübesi arardık sevişmeye ,

bulunduğumuz yüzyıla inat.

Yüzünün çizgileri gibi bilirdim

hangi dükkanlarda güzel çay olacağını,

Esnafla konuşurduk öyle havadan sudan

ve de tabii ki memleket kurtarırdık bir çırpıda,

Ama en iyi sen bilirdin

kurtuluşun o güzelim emekçilerin gözlerinde olduğunu.

Uzun kutular içindeki konserve yaşamların ısınmasına şaşırır,

Bir şehirde binalar ne kadar yükselirse insanlar o kadar alçalıyor diye,

Annassına avradına söverdik karşısına geçip iş makinelerinin.

Ayakkabı boyayan abinin türküsünü dinlerken

Adıyaman sarması ikram ederdik,

Elbet biz değildik bitirecek olan sefaletini yeryüzünün,

Kumbaraya dostlardan kalma niyet kağıtlarını biriktirir,

Zenginliğin anlamını değiştirirdik  

gecekondularda da hayat var diye.

Eskicilerin bağrışmaları arasında

arabalarının önüne atlardık,

Eskiden içini yeşil elmaların doldurduğu sedir sepetteki delikleri sayardık.

Okul çıkışı iki taşın arasına kale yapmış çocukların kalecisi olurduk,

Abanmak serbest olurdu , taç yok,

Kornere çıkaran da kaleye.

Elimi sımsıkı tutardın belki de sinirimi bırakayım diye yerlere,

Dinlerken gönüllerin babalarını ; Neşet’i, Müslüm’ü, Veysel’i, Ahmet’i,

İçimizdeki babanın eksikliğinden olduğunu da en iyi sen bilirdin.

Hayatta her istediğinin olmayacağını haddinden fazla bilerek,

Elektrik tellerine dizilmiş serçeleri buğdayla besler,

Çiçekçilerden nergis çalıp etrafa saçardık,

Kaleye çıkıp şehri altımıza alır,

altımıza da çöpçüden aldığımız siyah poşeti gererdik,

Yağmur bozarken rakımızın sekliğini,

İnce belli bardaklarımızı tokuştururduk,

kırılmasından korkup,

Nefes almaya ulan! diye bağırırdık,

Dostluğa diye,

Sefalete diye,

Gecekondularda da hayat var diye..


CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz